top of page
Ara

yeni bir başlangıç olarak: beyaz gemiyi karşılamak!

  • Yazarın fotoğrafı: Cemile Büşra Gür
    Cemile Büşra Gür
  • 12 Mar 2024
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 14 Mar 2024




uzun zaman önceydi, belki çocukluğumun sonu. ilk defa o zamanlar dolaşmıştı bu kitabın satırlarında gözlerim, hatırlıyorum. ben daha birçok şey de hatırlıyorum aslında ama onlar şimdinin konusu değil, biraz bekleyebilir misiniz?



belki çocuk olduğum o günlerde belki de balık olabileceğim fikriyle yanıp tutuşmuştum. beklemenin bir nihayeti olarak, o uçsuz bucaksız denizlerin içinde bir varlık olmak, o zaman da heyecan vericiydi, bugün de. 


hissettiklerimi hiç unutmam. kalbimin hafızasına dayanarak beyaz gemiyi yeniden elime aldım. bu defa çocukluğumun başında veya sonunda değildim, eminim. çünkü öyle şeyler oldu ki, hala çocuk olsaydım dayanamazdım. o yüzden ben de bir gece çocuk olmaktan vazgeçmek zorunda kalmıştım.




beyaz gemideyse başkahramanımız hala bir çocuk. onun isimini bilmiyoruz fakat oradan oraya heyecan içinde koştururken selamlaştığı kayalarının ismini biliyoruz: ıhlamış deve, eyer, kurt ve tank.


bugünkü kırgızistan topraklarında geçiyor hikaye. çocuğun dedesi kıvrak mü'minin kalbinde yaşayan ve dilinden dökülen bir efsaneyle sürüyor: maral ana efsanesi. hani o dedeyi yaşama kalın bir kuvvetle bağlayan!


bir soykırım sonrası hayatta kalan son kırgızları besleyip büyüten maral ananın hikayesi bu. ıssık gölün etrafında yeni vatanına kavuşan kırgızların...


ah o ak marallar: gökteki yıldızlar bile kıskanırdı onların güzelliğini!


dedesinden dinlediği bu efsaneyi içselleştiriyor çocuk. bir dedesi var zaten onun için. babası yok, ölmüş gitmiş ama onun da bundan haberi yok. annesi şehirde, artık bir başka hayatın içinde. dedesiyle birlikte yaşıyor, yani kıvrak mü'min. dedesinin eşi ve kızı da aynı evdeler. orozkul var bir de, kıvrak mü'minin damadı. o ormancı ama çok da kötü biri. karısı ona bir çocuk veremiyor diye içip içip dövüyor onu. zaten ne bizim çocuktan ne de kıvrak mü'minin içinde yaşadıklarından bir şey anladığı da yok. hile hurdayla ve öfkeyle dolu bir yaşamı var. öyle ki kendisi bile gitmek istiyor bu yaşamın içinden. ama hemen anladı hiçbir yere gidemeyeceğini. hiçbir yerde hiç kimsenin ihtiyacı yoktu ona. hayal ettiği hayatı da hiçbir yerde bulamayacağını anlamıştı.


çocuk kendi kendine kurduğu bir dünyanın içinde hep. öyle güzel ki... dürbünü var, her şeyi ona anlatıyor. eve geç kaldığı günlerin suçlusu dahi dürbün! hep o beyaz gemiye bakmasını isteyen, dürbün.


babasının gemicilik yaptığı öğretilmişti ona, sadece bu. ıssık göle gidip onu bekliyordu hep ve balık olmanın, böylece suyun altında ne varsa görebilmenin hayalini kuruyordu. 



günlerden bir gün karavul dağının tepesinden bakarken ısık gölün masmavi sularında o bembeyaz gemiyi ilk defa gördüğü zaman, o güzellik karşısında büyük bir heyecan duymuş, yüreği kafesinden çıkacakmış gibi çarpmıştı. ve o gün ıslık gölde gemicilik yapan babasının da bu beyaz gemide olabileceğini, orada çalıştığını düşünmüştü. sonra bu düşünceye tamamıyla inandırdı kendisini. çünkü böyle olmasına yürekten istiyordu. bunun doğruluğuna ihtiyacı vardı.




bir yaz günü, köye gelen satıcıdan çanta alıyor dedesi çocuğa. dürbünüyle birlikte artık bir de çantası oluyor. o günden sonra bütün olan biteni çanta dinliyor çocuğun ağzından. 


hikayeyi onun düşünce dünyasından, çocukluğun tüm masumiyetiyle sorguluyoruz:





insanlar niçin böyle yaşıyorlardı? niçin bazıları iyi bazıları kötüydü? niye bazıları mutlu, bazıları mutsuz? niye bazılarından herkes korkar da bazılarından kimse korkmaz? niye bazılarının çocukları var, bazılarının yok? niye bazıları başkalarına maaş verdirmeyebiliyor? besbelli en iyi durumda olanlar en çok aylık alanlardı. ama dedenin maaşı azdı ve herkes onunla alay ediyordu. ah, ne yapsa da dedesinin maaşını arttırsalar? maaşı çok olsa orozkul bile saygı gösterirdi ona.


belki de ancak çocukça bir sorgulayış çözümleyebilirdi yaşama dair tüm bu anlamsız kabullenişlerimizi.


biraz da kıvrak mü'minden bahsedelim. o iyi huylu, insanları üzmekten kırmaktan çekinen, adından da anlaşılacağı üzere oradan oraya koşturup işleri halletmeye uğraşan oldukça özverili bir karakter. orozkul karşısında neler yaşıyor neler! bir gün çocuğu okuldan alma zamanı geldiğinde orozkul onun gitmesine izin vermiyor, ormanda odunları yetiştirmeye çalışıyorlar o sıra. kıvrak mü'min öyle bir başkaldırıyor ki o gün... atıyla dörtnala gidip çocuğu alıyor. öyle mutlu ki o sırada; bunu şu sözleriyle anlatıyor:


insanın mutlu olması ve bu mutluluğu başkalarına da vermesi bazen ne kadar kolay oluyor! diyordu. hep böyle, evet tam o anda olduğu gibi yaşamalıydı insan.


bu hali çok uzun sürmüyor ne yazık ki. sonra teslim oluyor. orozkula boyun eğmesiyle değil asıl özenle inşa ettiği gerçekliğe ihanet ediyor. eline bir silah verip de maral anayı kıvrak mü'mine vurdurduklarında, aslında dede kendini kalbinden vuruyor. o akşam diğerleriyle birlikte güle oynaya oturduğunda, çocuğa bu yeryüzünde artık yaşayacak bir yer kalmıyor.


fakat o her şeye rağmen hayalini bırakmak istemiyor. bu defa gerçekten de balık olmak üzere gidiyor ıssık göle. ve biliyor musunuz? o sırada beyaz gemi geliyor!


merhaba beyaz gemi, benim gelen!


kitap böyle bitiyor, başka bir hikaye başlıyor buradan sonra. aytmatov'un da dediği gibi: kötümser bir son değil bu. 


istedim ki bizim için de böyle olsun.

her şeyin son bulduğunu zannettiğimiz bir anda, bu hikayeyle başlasın asıl yaşamak! 

bir şeyler iliştirmek istiyordum buraya, bu ilki olsun istedim.

çünkü ben de bugün ıssık gölün kıyısına geldim.

eğer bu satırları okuyorsanız, karşımdaki bu heybetli beyaz geminin içinde siz de olmalısınız.


öyleyse yeniden: merhaba beyaz gemi, benim gelen!

 
 
 

Comments


bottom of page